Birçok kişi, insanın sahip olduğu bazı özelliklerin onu hayvanlardan ayırdığından emindir. Hatta gözlemlediğim kadarıyla bu durumu anlatırken kullanılan cümlenin şekli de hiç değişmez. Herkes ‘insanı hayvandan ayıran’ kalıbıyla cümleye girip kendince o şeyleri sıralar: akıl, mantık, bilinç, gelişmiş işbirliği kabiliyeti.
Bu kalıp cümleyi moleküler biyoloji çalışan biyologlardan da duyabilirsiniz sokaktaki vatandaştan da. Sosyoloji kitaplarında da rastlayabilirsiniz evrim kitaplarında da. Çünkü çoğu insan için oldukça barizdir; imparatorluklar kuran, Ay’a giden, genel görelilik kuramını geliştiren insan türünü diğer tüm hayvanlardan ayıran/farklı kılan bir şeylerin olduğu. Ancak birçok kişiye makul gelen bu kalıp cümle sanırım o kadar da anlamlı değil.
İnsanlar bu kalıp cümlenin sonunda çok farklı ‘şey’ler tanımlıyor olsalar bile genelde hepsi aynı kapıya çıkar: beyin. Evet, gerçekten de insanı hayvanlardan ayıran şey gelişmiş bir beyin kapasitesine sahip olmasıdır. Buna karşı çıkacak değilim. Ancak ben, 50 bin yıl önce bugünkü tüm hayvanlardan farksız bir biçimde doğada yaşam mücadelesi veren Homo sapiens türünün bugünkü bireylerinin bu cümleyi kurarken insan kibrine yenik düştüklerini, bu cümlenin temelde haklı bile olsa anlamsız olduğu kanısındayım.
İnsan ve Hayvanlar
Başlangıçta ortaokul düzeyindeki bir bilgiyi hatırlayalım. İnsan, taksonomik adıyla Homo sapiens, hayvanlar âlemi içerisinde omurgalı bir memeli olarak primatlar takımının bir üyesidir. Dolayısıyla bilimsel anlamda insanı hayvandan ayıran herhangi bir şey yoktur. Bir şeftali ile bir orangutanı meydana getiren genetik materyalin bileşenleri aynıdır.
İnsan da pandalara benzer şekilde hayatta kalma ve üreme gibi doğada tüm canlılarda gözlemlenen ihtiyaçlara sahip bir canlıdır. Dolayısıyla insanı farklı kılan özelliklerin onu hayvanlar âleminden çıkarmadığını bilmekte yarar var. Einstein bile olsanız kıtlık durumunda gıda kaynakları için saldırganlaşabilen bir primat olduğunuz gerçeği değişmeyecektir.

İnsanı hayvandan ayıran herhangi bir şey yok fakat insanı ‘diğer’ hayvanlardan ayıran bir şey var: görece gelişmiş bir beyin. Bu sayede Homo sapiens bireyleri uyumlu bir işbirliği içinde geliştirdiği araç gereçlerle bin yıllar içerisinde dünyaya ve diğer tüm türlere hükmetmeyi başarabildi.
Dünyaya hükmediyor oluşu Homo sapiens bireylerini diğer tüm canlılardan ayrıcalıklı kılmaya yeterli mi? Şüphesiz ki ilk bakışta kuantum fiziğini ortaya koymuş insan türüyle Kongo Nehri kıyısında su içen bir şempanze arasındaki farkı vurgulamak oldukça makul görünüyor. Fakat aslında her türü diğerlerinden ayrıcalıklı kılan birtakım özellikler yok mu?
Hayvanlar Âleminin Süper Güçleri
Elektrikli yılan balığı (Electrophorus electricus) avını 500 voltluk gerilime kadar çıkabilen elektrik şokuyla öldürme yeteneğine sahip sıra dışı bir canlıdır. Bu özelliğini yalnızca avına karşı saldırı veya düşmana karşı savunma yapmak amacıyla kullanmaz, aynı zamanda çiftleşme için eş ararken de zayıf elektrik sinyalleri üreterek olası eş adaylarıyla haberleşmek için kullanır. Eğer türün bu özelliği gelişmiş koloniler kurmasına ve geniş bir işbirliği içerisinde dünyaya hükmetmesine olanak verseydi bu türe ait bireylerin birkaç bin yıl sonra ‘elektrikli yılan balığını hayvanlardan ayıran şey elektrik şokları üretebilmesidir’ demeleri ne kadar anlamlı olurdu?
Yarasaların büyük bir bölümü oldukça zayıf görme duyusuna sahiptir. Etraflarını çıkardıkları ultrasonik ses dalgalarının, cisimlere çarpıp geri dönmesi yardımıyla tanımlar ve yönlerini bulurlar. Bizler için ses dalgası yardımıyla etrafı tanımlamak, yarasaları hayvanlardan ayıran oldukça sıra dışı bir özelliktir.
Güvercin, şehir meydanlarında beslediğimiz kafasını ileri geri sallarken komik ve sempatik görünen basit bir hayvandır. Fakat kafatası ile beyni arasında bulunan ferromanyetik tanecikler sayesinde insanın asla yapamayacağı bir şeyi yapar; manyetik alanı algılar. Bu sayede çok uzak mesafeler boyunca uçtuğunda bile yerin manyetik alanındaki değişimleri algılayarak yönünü bulabilir. Eğer güvercinlerin bu özelliği gelişmiş koloniler kurmasına ve geniş bir işbirliği içerisinde dünyaya hükmetmesine olanak verseydi çıkıp ‘güvercinleri hayvanlardan ayıran şey manyetik alanı algılayabilmesidir’ diyebilirlerdi.
Sıra dışı özelliklere sahip hayvanlar aleminin süper güçlü üyelerini daha fazla uzatmayıp bir belgesel tavsiyesinde bulunmakla yetineceğim. BBC’nin 1999 yapımı 6 bölümlük Supernatural: The Unseen Powers of Animals belgesel serisini izlemenizi çok farklı örneklerle tanışmanız açısından şiddetle öneririm.

Sonuç
Elbette ki insanı “diğer” hayvanlardan ayıran özellikler var. Tıpkı balinaları diğer hayvanlardan ayıran özellikler olduğu gibi. Aynı şekilde yarasaları, semenderleri, güvercinleri diğerlerinden ayıran şeyler var. İnsanın dünyaya hükmediyor oluşu onu diğer canlılardan ayrıcalıklı kılmıyor. Ayrıyeten tarihe bakıldığında tüm hükümdarların geçici olduğu görülür. (Bu noktada 65 milyon yıl öncesine kadar dünyaya dinozorların hükmediyor oluşunu hatırlatmak isterim.) Dolayısıyla günün birinde Homo sapiens’in gezegene hükmedişi de bir son bulacak ve doğa, farklı özelliklerle ortaya çıkan bambaşka canlıların yayılmasına sahne olacaktır.
Son 500 yılda önceki devirlere göre olağanüstü bilimsel atılımlar yaptık. Hayat kalitemizi yükselttiğimiz gibi içinde yaşadığımız evrene dair kafamızı kurcalayan birçok soruya da cevaplar bulduk. Fakat insana özgü kibri halen yenemedik. Genç nesillere evrimi anlatabilmek bu yüzden de oldukça önemli. Evrim, dünya üzerindeki milyonlarca yıllık canlılık tarihinde Homo sapiens’in önemsiz bir ayrıntı oluşunu tüm gerçekliğiyle yüzümüze vuruyor.
Carl Sagan’ın ‘soluk mavi nokta’ söylemindeki Dünya, Evren içerisinde ne kadar önemsizse insan da canlılığın içerisinde o kadar önemsizdir. Bu düşüncede sanırım hayatın en yüce bilgeliği gizlidir. O bilgelik, apartmanın girişindeki ağaçla, sokakta gezinen kediyle, balkona yuvalayan güvercinle aynı değerdeki varoluşu paylaştığımızı bilmektir.