Politikada Makyavelizm

Bir yazarın başarısı kitabının ne kadar sattığıyla, bir yönetmenin başarısı filminin ne kadar izlendiğiyle, bir bilim insanının başarısı ise makalesinin ne kadar atıf aldığıyla büyük ölçüde orantılıdır. Büyük kitlelere ulaşabilen eserler, zaman zaman estetik veya nitelik açıdan vasat olsalar dahi başarılı sayılmışlardır. Politikada ise başarı oy oranlarıyla ölçülür ve politikacıların, büyük halk kitleleri önemsemediği müddetçe erdemli olmak gibi bir zorunlulukları yoktur. Oyunun kuralları bellidir. Rakip takım defansının feci bir hatasında boş kalan kaleye gol atmayı hiçbir futbolcu değersiz bulmaz. Boş kaleye gol atmak da, kırk metreden şık bir serbest vuruşla gol atmak da aynı değerdedir. Politikada da kurallar bellidir. Önemli olan esaslı ve şık bir gol atmak değil boş kaleye de olsa golü atabilmektir.

Niccolò di Bernardo dei Machiavelli, 1469 – 1527 yılları arasında yaşamış gerçekçi ve son derece ileri görüşlü bir siyaset kuramcısıdır. Şüphesiz ondan önce kurulmuş, yaşamış ve çökmüş bütün devletlerle birlikte siyaset ve politika bilimi doğmuş, gelişmiş ve şekillenmişti. Ancak Machiavelli, politika denen olguyu kendinden öncesini ve sonrasını günümüze değin kapsayacak şekilde muhteşem bir şekilde tanımlayabilmiştir. Machiavelliye yöneltilen eleştiriler, onun düşüncelerinin toplandığı Makyavelist görüşün, politika içinde ahlakı bir kenara koyan ayrıştırıcı bir akım olduğu yönündedir. Hâlbuki gerçekçi bir noktadan bakıldığında Makyavelizm, politika içinde bir akım değil politikanın iç yüzünü ortaya çıkartan acı bir hicviyedir.

Prens

Machiavelli, siyaset bilimi için bir başyapıt olarak görülen Prens’i 1513’te kaleme aldı. O yılların İtalya’sı parçalanmış bir halde küçük şehir devletlerinden oluşmakta ve iç karışıklıklarla boğuşmaktaydı. Machiavelli, kitabında ağırlıklı olarak bu dönemin eleştirisini yaptı ve belki de bu yüzden kitabını sağlığında yayınlamayı göze alamadı. Kitap ölümünden beş yıl sonra 1532’de yayınlandı.

Machiavelli, Prens’te İtalya’yı içine düştüğü bölünmüşlükten kurtaracak ve iç karışıklıklara son verecek yeni ve bilinmeyen bir lidere sesleniyor ve ona kendi bilgi birikiminden süzülen gerçeklerle neler yapması gerektiğini tüm ayrıntısıyla öğütlüyor. Öyle ki kitapta, prensin kuracağı ordunun paralı askerlerden mi yoksa yardımcı askerlerden mi oluşması gerektiği veya bir krallık için kalelerin yararlı olup olmadığı gibi o günün koşullarını da içinde barındıran ayrıntılar yer alıyor.

Machiavelli, İtalya’yı kurtarmasını ümit ettiği bu prense milattan öncesine uzanan tarihten ve ağırlıklı olarak o dönemin İtalya’sındaki küçük şehir devletlerinden verdiği gerçekçi örneklerle aslında tüm zamanlara yayılan politik tavrın özünü açığa çıkarıyor. Ona göre bir prens veya hükümdar için başarı iki adımdan oluşur: iktidarı ele geçirmek ve onu elinde tutmak. Machiavelli, parçalanmış İtalya’nın kurtarıcısı olacak prens nezdinde günümüzde de benzer durumda olan devletlerin politikacılarına tek gerçek şeyin başarıya ulaşmak olduğunu bu uğurda tabiri caizse her şeyin mübah olduğunu öğütlüyor. Gerekirse yalan söyleyebilir, verdiği sözü tutmayabilir, oldukları gibi görünmeyebilir hatta adam bile öldürebilirler. Öne sürdüğü bu tavsiyeleri orta çağ ve öncesine uzanan tarihten verdiği örneklerle destekliyor oluşu onu gerçekçi kılıyor. Bu örneklerde onun tavsiyelerini geçmişte bilerek veya bilmeyerek uygulayan hükümdarların başarılarını, uygulamayanların ise tarih sahnesinden silinişlerini görüyorsunuz. Geçmiş örneklerin yanı sıra günümüz itibariyle bile demokratik devrimini yapalı neredeyse bir asır geçmiş olan modern ülkemizde politik başarının nasıl sağlanabildiği gerçeğiyle yüzleşmek, Machiavelli’yi zamanının ötesine taşıyor.

Makyavelizm

Sözlük tanımıyla Makyavelizm “siyasette amaca ulaşmak için her tür aracı meşru sayan görüş” olarak tanımlanıyor. Hemen belirtmekte yarar var ki; Makyavelizm, başarıya ulaşmaya hevesli politikacıya yalan söyle, kitleleri kandır gibi yöntemler önermiyor. Daha açık bir ifadeyle, ne yapman gerektiğini kendin tahlil et ve o günün koşullarına göre ne yapman gerekiyorsa onu yap önermesinde bulunuyor. Bunu yaparken de dürüst olmak, ahlaklı olmak, erdemli olmak gibi ilkelere takılma, aksi takdirde başarılı olamazsın diyor.

Makyavelizm hakkında araştırmalarımı yaparken bu akımın büyük bir yanılsamayla hayatın birçok alanına çekildiğini gördüm. Yalan söylemek, ahlaksızlık yapmak, sözünde durmamak şüphesiz ki kötü davranışlardır ve Makyavelizm bunların güzellemesini yapmaz. Politikanın doğasını açığa çıkarır ve eğer başarı için uygulanmaları gerekiyorsa bundan kaçınılmaması gerektiğini söyler. Prens’ten bir alıntı:

…Dolayısıyla, bir prensin yukarıda belirtilen niteliklerin (dürüst olmak, sözünde durmak vb.) hepsine sahip olması gerekli değildir, ama bunlara sahipmiş gibi görünmesi son derece gereklidir. Hatta daha da öteye gidip şunu belirteceğim: Bu niteliklere sahip olmak ve her zaman uymak zararlı, sahipmiş gibi görünmek ise yararlıdır. Sözgelimi, merhametli, sözüne sadık, insancıl, dürüst, dindar görünmek yararlıdır, olmak da; ama zihnini öyle hazırlamalısın ki, olmaman gerektiğinde, tersine dönüşmeyi bilmeli ve bunu yapabilmelisin. Ve şunu anlamak gerekir: Bir prens, özellikle de yeni bir prens, insanların iyi olarak anılmasını sağlayan her şeye uyamaz; çünkü devleti korumak için, çoğu zaman verdiği söze, iyiliğe, insanlığa, dine aykırı davranmak zorunda kalır. Ve bu yüzden, prensin, talihin rüzgârlarının ve olayların seyrindeki değişimin ona dikte ettirdiğine göre yön değiştirmeye hazır bir zihin yapısına sahip olması ve yukarıda belirttiğim gibi, elinden geliyorsa iyilikten uzaklaşmaması, ama gerektiğinde kötülükten içeri adımını atabilmesi gerekir.

Dolayısıyla, bir prens, yukarıda belirtilen beş nitelikle dolu olmayan herhangi bir şeyin ağzından asla çıkmamasına büyük özen göstermeli ve onu duyanlara ve görenlere merhametin ta kendisi, sözüne bağlılığın ta kendisi, dürüstlüğün ta kendisi, insancıllığın ta kendisi, dinin ta kendisi gibi görünmelidir. Ve bu son niteliğe sahipmiş gibi görünmekten daha gerekli şey yoktur. İnsanlar genel olarak elleriyle değil, gözleriyle yargıda bulunurlar; çünkü herkes görür, ama çok az kişi duyumsar. Ne gibi göründüğünü herkes görür, ama ne olduğunu çok az kişi duyumsar…

Yalnız ülkemiz iktidarı değil tüm dünya iktidarları, politikada Makyavelizmin haklı oluşunu acı bir şekilde yüzümüze vuruyor. 500 sene evvel de dinin ta kendisi gibi görünmek politika için oldukça yararlıydı, günümüzde de öyle. O günlerde de politika özelinde nasıl göründüğün ne olduğundan daha önemliydi, bugün de öyle.

Atatürk ve Makyavelizm

19 Mayıs 1919’da Anadolu’da kurtuluş mücadelesini örgütlemek üzere Mustafa Kemal, Samsun’a çıktı. Sonrası malumunuz destansı bir mücadele ve muhteşem bir başarıydı. Fakat ben burada pek çok kişinin bildiği ufak bir ayrıntıyı hatırlatmak istiyorum. 9. Ordu Müfettişi olarak Samsun’a bizzat saray tarafından gönderilen Mustafa Kemal’in asıl görevi bölgede huzuru sağlamak adına tüm silah ve cephaneleri toplamak ve işgal kuvvetlerine karşı yeni yeni filizlenen Türk direniş çetelerini ortadan kaldırmaktı. Oysa Mustafa Kemal, Samsun’a çıktıktan sonra direnişçileri ortadan kaldırmak bir yana, işgal kuvvetlerine karşı tüm Anadolu coğrafyasını kapsayan tek ve merkezi bir direniş hattını örgütlemeye soyundu. Hiç şüphe yok ki onun aklına bu eylem fikri yolda gelmemişti. Nutuk’un 1. bölümünden bir alıntı:

Osmanlı ülkeleri bütün bütüne parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türkün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son sorun, bunun da paylaşılmasını sağlamak için uğraşılmaktan başka bir şey değildi. Osmanlı Devleti, onun bağımsızlığı, padişah, halife, hükûmet, bunların hepsi anlamını yitirmiş birtakım anlamsız sözlerdi. Neyin ve kimin dokunulmazlığı için kimden ve ne gibi yardım istemek düşünülüyordu? Öyleyse sağlam ve gerçek karar ne olabilirdi?

Baylar, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da ulus egemenliğine dayanan, tam bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak. İşte, daha İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya başladığımız karar, bu karar olmuştur.

O, öteden beri kafasında olan bu eylemi gerçekleştirmek üzere kimseye belli etmeden atacağı ilk adım için zaten bir bahane aramaktaydı. Nihayetinde Samsun’a ayak basar basmaz kafasındakini uygulamak üzere hareket etmeye başladı.  Mustafa Kemal, sarayın verdiği görevi ülkesinin özgürlük ve bağımsızlık yolunda atacağı ilk adımlar için bir fırsat olarak görmüş ve asıl niyetini açık etmemişti. Hiç şüphesiz eğer dürüst olup Anadolu’da işgal güçlerine karşı bir direnişi örgütleyeceği amacını açık etseydi tüm askerlik yetkilerini kaybedip derdest edilmesi işten bile değildi. Başarıya giden yolda Makyavelist tutum sergilemesi kaçınılmazdı.

Mustafa Kemal’i Atatürk yapan onun fikir dünyasının eşsizliği ve yüceliğidir. Bu fikirlerin büyük ölçüde gençliğinde oluştuğuna dair elimizde epey emare var. Özellikle sekülerizm, demokrasi, kadın hakları, cumhuriyet, batılılaşma gibi konulardaki görüşleri Sofya Ataşemiliterliği görevini tamamladığı 1914’e kadar çoktan şekillenmişti bile. Ancak o tarihlerde Osmanlı aydınları içinde dahi tepkiyle karşılanabilecek bazı sarsıcı görüşlerini ortaya atmak için aceleci davranmamış, kafasının içinde fikirlerini olgunlaştırırken diğer taraftan da hızla gelişmekte olan toplumun ve siyasi atmosferin gerekli altyapıyı kazanmasını beklemişti.

Yine böyle bir tutumu Şehberderzade Filibeli Ahmet Hilmi tarafından 1911’de yazılan “Allah’ı İnkâr Mümkün Müdür?” isimli kitabı okuyan Mustafa Kemal’de görürüz. Kitap, Allah’ı inkârın mümkün olmadığı görüşünü savunur. Birinci Dünya Savaşı’nın zorlu şartlarında Muş – Bitlis – Siirt coğrafyasında cephede görev yapan ve diğer taraftan da harıl harıl kitap okumakta olan Mustafa Kemal de, 1 Aralık 1916’da günlüğüne bu kitabı okumaya başladığını yazar. 3 Aralık günü kitabı bitirmiştir ve yine günlüğünde düşüncelerini ifade eder:

‘Allah’ı İnkâr Mümkün Müdür?’ eserini bitirdim. Bütün filozoflar, natüralistler, rasyonalistler, materyalistler, âlimler, entelektüeller ve tasavvufçular ruhun varlığını, maddeyle olan birlikteliğini ve sonsuzluğunu irdelerler. Bu irdelemede makbul olan ilim ve fenni rehber almaktır. İmam Gazali, İbni Sina, İbni Rüşd gibi Müslüman bilginlerin fikirleri dahi sıradan kabullerden büsbütün başkadır fakat yine de açıklamalarında gizli kalmış taraflar vardır. Dindar düşünürler, (bilim) yasaları(nı), bilimi ve felsefeyi, kendi dini yorumlarına uydurabilmek için kafalarına göre yorumlamışlardır.*

1916 yılının 3 Aralık’ında günlüğüne ruh gibi soyut bir kavramı bilimin rehberliğinde irdelemek gerektiğini, dindarların dini hükümleri koruyabilmek adına bilimi çarpıttığını yazan Mustafa Kemal, bildiğiniz gibi 1923 yılının 23 Nisan’ında Büyük Millet Meclisini Cuma namazının ardından dualar, hatimler, tekbirler ve kurbanlarla açmıştır. Atatürk’ün dini görüşünün ne olduğu önem taşımaz fakat meclis açılışı sırasında kendi kişisel düşüncelerini bir tarafa koyup toplumun hassasiyetlerine/hastalıklarına göre davrandığı görülüyor. Takdir edersiniz ki Atatürk, meclis açılışı sırasında hayatta en hakiki yol göstericinin ilim ve fen olduğunu, meclisi güçlü kılacak şeyin kesilen kurbanlar değil iradelerini aklın ve mantığın yoluna koymuş vekiller olduğunu söylemiş ve buna göre davranmış olsaydı etrafında kimseyi bulamazdı.

23 Nisan 1920. Meclis Açılışı.

Atatürk o günler için kendisini tehlikeye sokabilecek düşüncelerini açık etmemiş, hatta kendisini daha güvenilir bir konuma sokacağı için bu düşüncelerinin aksine hareket ederek başarıya giden yolda olduğu gibi görünmemiştir. İktidarını güçlendirdikten sonra da kafasında şekillendirdiği tüm ilerici politikaları, gerici muhalifleri etkisizleştirerek uygulamaya koymuştur. Şüphesiz ki politika özelinde bu davranış en gerçekçi ve en doğru olandır. Günümüzde son kalıntılarının itinayla yok edilmeye çalışıldığı modern Türkiye’yi, Atatürk’e ve onun Makyavelist tutumuna borçlu olduğumuz oldukça açıktır.

Sonuç

Politikacıları temelde iki ana gruba bölmek hiç zor değildir: ilerici politikacılar ve gerici politikacılar. Bu yaftalayıcı söylem her ne kadar acımasız görünse de oldukça gerçekçidir. İlericilik bilgiyle şekillenirken gericiliğin mayası ise bilgisizliktir. Doğası gereği, gerici politikacıların, Makyavelist tutum sergilemeleri daha kolaydır çünkü bu kimseler ahlak ilkelerini dogmalardan çekip alırlar. Kendilerine yapılmasını istemedikleri bir şeyi başkasına yapmakta beis görmezler çünkü salt yasağa odaklanmışlardır ve her katı kuralın etrafından dolaşmak mümkündür. Ahlak ilkelerini hayatın içinden alan ilericiler içinse bu kurallar kendiliğinden oluşmuştur. Yaşam alanlarının kendisi zaten bu eylemleri sınırların dışına itmiştir. İşte bu sebepten Türkiye siyasi tarihinin son 60 yılı, toplumun duymak istediği yalanları çekinmeden söyleyebilen gericiler tarafından doldurulmuştur.

‘Namuslular da namussuzlar kadar cesur olmalı’ lafı Victor Hugo’nun Sefiller romanında geçer. Cesur olmak ifadesini Makyavelist çerçevede farklılaştırabilmek mümkündür. İlerici politikacıların hak, hukuk, dava ve saygınlık uğruna çizgilerini korumalarındaki erdemliliği takdir ediyorum. Fakat başarılı olmak için rakipler iyi tanınmalı ve oyun alanı mümkün olduğunca genişletilmelidir. Gerici politikacılar, doğaları gereği kolayca kullandıkları Makyavelist tutumlarla iktidarlarını pekiştirirken, davaları uğruna çizgilerini bozmayan başarısız ilerici politikacılar kumda oynamaya devam edeceklerdir. Politika, yapısı gereği gerektiğinde ahlaksızlığa soyunabilen Makyavelistler tarafından şekillenirken geriye kalan tüm politikacılar etkisiz birer figüran olarak kalacaktır.

Sonuç olarak Machiavelli, başarılı olmak isteyen bir politikacının nasıl bir yöntem izlemesi gerektiğini anlatırken aslında politikanın da ne olduğunu açıklıyor:

“İnsanın, tuzakları fark etmek için tilki, kurtları korkutup kaçırmak için de aslan olması gerekir.”

Kaynaklar

Niccolò Machiavelli – Prens, Can Yayınları, Çeviren: Kemal Atakay
Mustafa Kemal Atatürk – Nutuk, Kültür ve Turizm Bakanlığı E-Kitap: Link
Wikipedia – Niccolò Machiavelli
Wikipedia – Machiavellianism
*Soner Yalçın, Atatürk’ün kayıp defteri, 23 Kasım 2014 Sözcü: Link
Osmanlıca Aslı:

‘Allah’ı İnkâr Mümkün Müdür?’ eserini bitirdim. Bütün feylesofların, edyanı muhtelifeye mensup tabiiyyun, zihniyyun, maddiyyun, hukema, mütefekkirin, mutasavvıfinin kâffesi ruh’un mevcut ve ademi bekasını tetkik ediyor. Bu tetkikatta, ilim ve fenne istinat edenler makbul. İmam Gazali, İbni Sina, İbni Rüşd gibi eimme-i müsliminin beyanatı dahi telakkiyatı amiyaneden büsbütün başkadır; yalnız ifadelerinde çok rumuz var. Dindar mütefekkirin, kavaid ve ulum ve fünun ve felsefeyi, beyanatı şeraiti tefsir için evirip çevirmeye gayret etmişler.

Bu ifadelerin çevirisinde George Gawrych’in The Young Atatürk: From Ottoman Soldier to Statesman of Turkey kitabındaki İngilizce tercümeyi (sf. 56) referans aldım. (Link) Diğer taraftan ifadenin özüne sadık kalmak amacıyla Osmanlıca aslından doğrudan çeviri için değerli katkılar sunan arkadaşım Ayşe Gürcan’a teşekkürlerimi iletirim.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s