Bilinenin aksine, bilim, doğruları değil yanlışları arar. Bilimde doğruları aramanın ‘yanlış’ olduğunu öğreneli çok fazla zaman olmuyor. Bu epistemolojik yaklaşımı 20. yüzyılın Viyanalı felsefecisi Karl Popper’a borçluyuz. Popper, Einstein’ın ‘Genel Görelilik’ kuramının 1919’daki Güneş tutulması sırasında Arthur Eddington tarafından doğrulanmış olmasından çok etkilenmişti. Onu asıl etkileyen şey; tutulma sırasında Güneş’in yakınlarından geçip gelen uzak yıldız ışıklarının, Güneş’in kütleçekim etkisiyle büküldüğünün keşfedilmesi ve bunun sonucunda Einstein’ın teorisinin doğrulanmış olması değildi. Onu asıl etkileyen şey; eğer ışığın bükülmediği görülmüş olsaydı Einstein’ın teorisinin yanlışlanacak oluşuydu. Bu durumda teori derhal terk edilecek ve yeni gözlemler ışığında yeni bir teori inşa edilecekti. Popper, bu gerçeklik karşısında adeta büyülenmişti. Bilimin ilerleyişindeki bu fiili durumun felsefi tanımını yapmakta gecikmedi; yanlışlanabilirlik.

Popper ve Einstein öncesi biliminde katı bir doğrulama ve kanıtlama anlayışı mevcuttu. 20. Yüzyıl öncesindeki bu anlayış ve düşünüş biçiminin mimarı, Newton fiziğini temel alan Immanuel Kant’dır. Bu klasik görüşe göre bilimsel modeller kurulduktan ve hipotezler inşa edildikten sonra hipotezi doğrulama uğraşına giriliyor ve gözlemsel veya deneysel süreçler sonucunda alınan her bir doğrulama, teoriyi daha güçlü kılıyordu. Bir teori ne kadar doğrulanmışsa o kadar güçlü oluyordu. Ancak bu anlayış 200 yıl boyunca hâkim olan Newton fiziğinin Einstein tarafından yerle bir edilmesi sonrasında derin sorgulamalara tabi tutuldu. Anlaşıldı ki; bir teorinin doğrulanmış olması hiçbir şekilde onun ‘gerçek doğru’ olduğu anlamına gelmiyordu. Bir teori, ne kadar doğrulanırsa doğrulansın daha güçlü olmuyor, sayısız kere doğrulanmış ve 200 yıl kesin doğru olduğu sanılmış bir teori bile yanlışlanabiliyordu. Bu noktadaki algılayış biçimini Popper, yanlışlanabilirlik düşüncesiyle değiştirdi. Bilimsel bir teoriyi sınamadaki esas noktanın; doğrulama değil, yanlışlama olduğunu söyledi. Bilimsel bir teorinin, yanlışlanana kadar doğru kabul edilmesi gerektiği ortaya çıktı.

Newton ve Einstein fiziğine girmeden bu durumu daha basit düzeyde bir örnekle ele alabilmek mümkün. Sıklıkla verilen örneğe başvurmak gerekirse, beyaz bir kuğu gözlemi yapıldığını varsayalım. Öyleyse bu gözlem ile şu teori ortaya atılabilir: Bütün kuğular beyazdır.

Bu teori karşısında klasik ve modern bilimin her iki algılayış biçimini de karşılaştırmalı olarak inceleyelim. Klasik görüş, teoriyi doğrulamak ve güçlendirmek üzere beyaz kuğu gözlemleri yapmayı hedefleyecektir. Tümevarımsal bu görüşün dünya üzerindeki tüm kuğuların beyaz olduğunun gözlemlenmesi gibi pratik bir zorluğu vardır. Modern görüş ise beyaz olmayan bir kuğunun peşindedir. Teoriyi yanlışlamak için beyaz olmayan en az bir kuğu gözlemi yapmak yeterlidir. Nitekim siyah kuğu gözlemi yapılarak ‘bütün kuğular beyazdır’ teorisi yanlışlanmış ve geçerliliğini yitirmiştir.
Dolayısıyla hem pratik hem de felsefi açıdan bilimsel teorilerin doğrulama üzerinden değil yanlışlama üzerinden ele alınarak sınanması çok daha uygundur. Newton fiziğinin yüzyıllar sonra çökmesiyle, doğrulamanın değil yanlışlamanın çok daha değerli ve verimli bir yöntem olduğu ortaya çıkmıştır.
Bugün bilim ile sözdebilim arasındaki ayırıcı turnusol kağıdımız da Popper’ın bu bahsettiğim yanlışlanabilirlik düşüncesidir. Örneğin; ‘Dünya düzdür’ ve ‘Dünya, gökyüzündeki bir çaydanlık tarafından döndürülmektedir’ önermelerini ele alalım. İlk bakışta bu iki önermenin ikisinin de yanlış olduğunu düşünebilir ve ikisini de aynı seviyede (veya seviyesizlikte) ele alabilirsiniz. Hâlbuki bu iki önerme birbirinden çok farklıdır. ‘Dünya düzdür’ önermesi bilimseldir çünkü yanlışlanabilirdir. Fakat ‘Dünya gökyüzündeki bir çaydanlık tarafından döndürülmektedir’ önermesi yanlışlanamaz bir önermedir. Dolayısıyla bilimsel değildir. Dünyanın düz olduğunu söyleyen birisiyle bilimsel çerçevede tartışmak mümkündür fakat dünyanın çaydanlık tarafından döndürüldüğünü ifade ve iddia eden birisiyle bilimsel düzlemde kalarak bir tartışma yürütmeniz mümkün değildir.
Günümüz teknolojisini, bilgi ve bilimsel devrimini Popper’ın bu metodolojisine borçluyuz. Bir bilimsel teori ortaya atıldığında dünyanın dört bir tarafındaki bilim insanları, teoriyi çeşitli testlere tabi tutarak onu kısmen veya tamamen yanlışlamaya çalışırlar. Bu yanlışlamalar başarıya ulaşırsa, teorinin yanlışlanan tarafları düzeltilerek yola devam edilir ya da bu mümkün değilse tamamen terkedilerek yeni teorilerin geliştirilmesi için çalışmalara başlanır.
Bu metodolojiden öğrenecek çok şeyimiz olduğunu düşünüyorum. İnsanoğlunun oluşturduğu en güvenilir, en doğru ve en gerçekçi saha olan bilim alanında bile ilerleyiş yanlışlar üzerine kurulmuşken, günlük hayatta hedeflerimize doğruların üzerinden seke seke ulaşacağımızı, başarının ancak doğru şeyleri uygulayıp doğru sonuçlar alabilen insanlara ait olabileceğini düşünmemizdeki yanlışlığı fark edebiliyor muyuz?
Hedef, tüm yanlışların ve hataların yığılı olduğu bir tepenin ardındadır.
Başarı koçluğu yapacak halim yok. Kişisel gelişim meselelerini de boş zaman uğraşı olarak değerlendiriyorum. Fakat toplumumuzdaki hata yapmaktan korkma, hata yapanı aşağılama ve küçük görme davranışını eleştirmek gerektiğini düşünüyorum. Başarılı olmak, engebelerle, tümseklerle, çıkmazlarla, kazalarla ve en önemlisi ‘ben gittim orada hiçbir şey yok’ diyenlerle dolu olan bir yolu yürümeyi gerektirir. Daha ilk zorlukta bırakanlar, ilk yanlış yola saptığında pes edenler, ‘ben gittim orada hiçbir şey yok’ diyenleri dinleyip vazgeçenler, tabi ki hedefe ulaşamazlar. Hedefe hatalara ve yanlışlara bata çıka ısrarla yürümeye devam eden yalnızca bir avuç insan ulaşır.
Hedefe ulaşanlar tüm hataları tüketenlerdir.
Akkor ampulün icadı Edison için hatalarla dolu bir yolu yürümekle gerçekleşebilmişti. Ticari olarak kullanılabilecek uzun ömürlü bir filaman malzemesini keşfedebilmek için Edison, adeta “doğanın ambarlarının altını üstüne getirerek” 3000’den fazla bitki, posa, selüloz, kağıt ve sentetik malzemelerle farklı denemeler yaptı. Doğru malzemeyi bulana kadar her denemesi başarısızlıkla sonuçlandı. Eğer son denemeden önce yılıp pes etseydi, bu keşfi pes etmeden yolu yürüyen başka bir isimle birlikte anıyor olacaktık. Edison, bu durumu şöyle ifade ediyor: “En büyük zayıflığımız, pes etmektir. Başarıya götüren en kesin yol ise bir kerecik daha denemekten geçer.”

Hata yapmak elbette küçümsenecek bir davranış değildir. Fakat bu hataları normalleştirme ve bunu hedefe çıkan merdivenin basamakları olarak görme düşüncesi, söylemekte yarar var ki, mantığın sınırları içerisinde kalındığı müddetçe geçerli olabilir. Bilimsel olmayan bir hedefe akılcı olmayan yollardan yürüyüp karşılaşılan hatalar karşısında güzelleme yapmak hoş bir saflık olacaktır. Gerçekçi olmakta da her zaman yarar var. Hata yapmaktan korkmayın fakat hatalardan dersler çıkarmasını bilin. Sınırsızca deneyin, asla pes etmeyin ama hedefiniz her zaman bilimsel olsun. Devridaim makinesi yapmayı hedefliyorsanız sonsuza kadar hata yapmaya mecbursunuz. Astrolojiyle kişinin yıldız haritasını çıkarıyorsanız hata yapmaya mecbursunuz. Bilimsellikten ayrılmak hata yapmayı kaçınılmaz kılar. Burada hata güzellemesi yapılamaz.
James Dyson, meşhur toz torbasız pratik elektrik süpürgesi sektöründeki Dyson markasının sahibi ve aynı zamanda bu tip süpürgelerin mucidi. Piyasaya sürülebilecek ticari süpürge modelini oluşturana kadar 5127 prototip denemesi yaptı ve 15 yıl harcaması gerekti. Bu dönemi şu sözlerle anlatıyor:
“Bir mucidi fikrinden vazgeçirebilecek sayısız an vardır. On beşinci prototipimi yaptığım sırada üçüncü çocuğum dünyaya geldi. 2627’yi bulduğumda karımla birlikte kuruşlarımızı sayar hale gelmiştik. 3727’de karım fazladan gelir için resim dersleri veriyordu. Zor zamanlardı bunlar ama her başarısızlık, beni problemin çözümüne bir adım daha yaklaştırmıştı.”

Ne yazık ki başarısızlığın ve hata yapmanın hedefe giden yolda aşılması gereken duraklar olduğunu bilmeyen bir toplumda yaşıyoruz. Hüsranla sonuçlanan ticari girişimler, başarısız geçen sınavlar, işinizde karşılaştığınız başarısızlıklar… Hepsi hedefe giderken tüketilmesi gereken hatalardır. Toplum her hatanız karşısında sizi küçümseyecek, başarısızlığınızı yüzünüze vuracaktır. Bilimsel zeminde kaldığınız sürece, akılcı olan hedeflere ulaşma çabası içerisindeki biri için önemli olan; bu tepkiler karşısında pes etmemek ve her hatanın hedefe biraz daha yaklaştırdığını bilmektir. Olası tüm hatalar tüketildiğinde hedef artık apaçık şekilde gözünüzün önünde belirecektir.
“Hiç hata yapmamış bir insan, hiçbir şey denememiştir.”
Kaynaklar ve İleri Okuma
David Eagleman – Yaratıcı Tür, Domingo Yayınevi, 2. Baskı Çeviren: Zeynep Arık Tozar
Wikipedia – Falsifiability
Wikipedia – Eddington experiment